X / XVI. asrın ikinci yarısından itibaren Osmanlı ilmiye teşkilatının en üst makamı haline gelen Şeyhül-islamlığın protokoldeki yerinden ilk olarak bahsedilen Fatih Kanunnamesi’nde bu makama gelen zevatın ulemanın reisi olduğu ve padişah hocasıyla aynı seviyede telakki edildiği zikredilmektedir.
Ancak kanunnamenin tedvin edildiği dönemde kadıaskerlerin ilmiye tayinlerinde yetkili merci olması ve ücretlerinin de yüksekliği dikkate alınarak Şeyhülislam‘a verilen ulemânın reisliği sıfatı bir şeref payesi şeklinde yorumlanmıştır.
Şeyhülislamın bugünkü karşılığı Diyanet İşleri Başkanıdır. Makam olarak değerlendirildiğinde ise Şeyhülislamlık makamının karşılığı olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kabul edilmektedir.
Asıl olarak Şeyhülislamlığın en yüksek ilmiye makamı haline gelmesi, Ebussuüd Efendi’nin görev yaptığı sırada (982/1574) yevmiyesi kırk akçadan yukarı olan müderrislerin ve yüz elli akçanın üzerindeki mevleviyet kadılıklarının tayin için arz edilmesi görevinin Şeyhülislamlara verilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu görevin fetva hizmetinin yanında kendisine yük olacağını belirten Şeyhülislam Ebussuıld Efendi (v.983/1575), Vezir-i Azam İbrahim Paşa’ya gönderdiği bir tezkerede meşguliyetinin çok arttığından yakınmıştır.
Zikrettiğimiz bu hadiseyi bize anlatan Hezarfen Hüseyin Efendi, Şeyhülislamlığın “rütbe-i vekâlet-i kübra” denilen vezir-i azamlık ile aynı seviyede olduğunu, hatta devletin temellerinin dayandığı din sahasında yetkili sayılması sebebiyle Şeyhülislamın öne geçebileceğini ifade etmektedir.
Bu durumu değişik bir açıdan inceleyen Kavanin-i Teşrifat adlı bir eserde ise, hallet dahilindeki din mertebelerinin en yükseğinin Şeyhülislamlık olduğu belirtildikten sonra bu makama geçen kişinin vezir-i azam dışındaki bütün devlet erkanının önüne geçeceği, padişahın huzuruna çıktığında ayakta karşılandığı ve ziyaretine gelen ilmiye ve seyfiye mensupları tarafından elinin öpüldüğü belirtilmektedir.
Görüldüğü gibi meşihat makamının devlet protokolünde padişah ve vezir-i azamdan sonra üçüncü sırada yer alması, dini ve ilmi sahada en yüksek otorite olarak kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle hilafetin devlet idaresi ciheti padişah ve onun mutlak vekili olan vezir-i azama yüklenmişken, dini cihetini Şeyhülislam temsil etmektedir. Şeyhülislamın devlet teşkilatındaki üstün mevkisini gösteren bir başka husus da bütün önemli merasimlerde ön sırada yer almalarıdır.
Padişahların cülus ve cenaze merasimleri, bayramlaşma, Şerif ve Mevlid-i Şerif merasimleri, savaşa çıkmadan önce sancak çıkarılması gibi önemli günlerde mutlaka devrin Şeyhülislamları da hazır bulunmuştur. Mesela 18 Safer 1171/3 Kasım 1757 tarihli III.Mustafa’nın cülus merasiminde Topkapı Sarayı içerisindeki Hırka-i Saadet Dairesi içerisinde yeni padişaha ilk defa vezir-i azam ve Şeyhülislam biat etmişlerdir. Daha sonra Babü’s-Saade Kapısı önünde diğer devlet ricalinin de katılımıyla yapılan asıl cülus merasiminde yine biatını bildiren Şeyhülislam, kısa bir dua ederek vezir-i azamın sağ tarafına geçmiştir. Buna benzer pek çok örneği Osmanlı tarihleri ve arşiv vesikalarında bulmak mümkündür.
Şeyhülislamlığın 1242/1826’da Ağa Kapısı’na taşınarak sabit bir mekanda faaliyetlerini sürdürmesiyle bir bakanlık hüviyetini kazandığı görülmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan 1293/1876 tarihli Kanun-i Esasinin 27.Maddesinde, sadr-ı azam ve şeyhülislamın bizzat padişah tarafından seçileceği, diğer nazırların tayininden sadr-ı azamın sorumlu olacağı zikredilmektedir.
1326/1908 tarihli ikinci anayasada ise, Şeyhülislamın da diğer nazırlar gibi kabinenin düşmesiyle istifa etmiş sayılacağı belirtilmekte, böylece diğer bakanlıklar ile eşit seviyede mütalaa edilmektedir.
Şeyhülislamın bugünkü karşılığı Diyanet İşleri Başkanıdır. Makam olarak değerlendirildiğinde ise Şeyhülislamlık makamının karşılığı olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kabul edilmektedir.
3 Yorum
[…] devrinden itibaren Rumeli ve Anadolu beylerbeyilerinin önüne geçmişler, ancak Şeyhülislam‘da görüldüğü üzere kubbe vezirlerinden önce gelme sıfatını kazanamamışlardır. […]
[…] konuyu eserinde ele alan Müverrih Mustafa Ali ise, padişah hocasının Şeyhülislam karşısındaki durumunun hükümdarın iltifatına bağlı bir “kanun-ı müşkil” […]
Allah razı olsun